Canlı blogda kaldığımız yerden devam ediyoruz. Öncelikle Londra kesinlikle toplu taşıma şehri. Sakın araba kiralayayım demeyin. İstediğiniz sokağa kadar giden bir metro veya otobüs mutlaka vardır. Olmadı Black Cab isimli şehrin sembollerinden olan taksiler ile istediğiniz yere gidebilirsiniz.
Heathrow’a İstanbul’dan geldiyseniz Terminal 2’ye iniş yapmışsınızdır. Şanslıysanız pasaport kontrolüne yakın bir kapıdan havalimanına girersiniz. Heathrow her daim kalabalık olma potansiyelini taşıdığı için acele etmenizde fayda var.
Data paketinizi yurtdışında kullanıyorsanız herhangi ekstar bir uygulama gerekmeden Google Maps üzerinden tren saatlerini ve ulaşım alternatiflerine ulaşabilirsiniz. Data paketi kullanmayacacaksanız offline çalışan metro harita uygulamları var. Bir tanesini indirmenizi tavsiye ederim.
Heathrow Express ile direkt şehre gidilebiliyor ama çok zaman kazandırmadığı gibi gereksiz de pahalı bir yöntem. Ben şehrin banliyölerinden geçerek uzanan Piccadilly Line ile gitmeyi seviyorum. Şehrin merkezine direkt gittiği gibi tüm hatlara da yol üstünde bağlantı veriyor.
London Tube ve Kırmızı Otobüsler
Ben bu sefer South Kensington durağına kadar gittim. Oradan yer altından uzanan koca Exhibition Road caddesi ile Imperial Collage’a ulaştım. Yol üzerinde Victoria & Albert Museum, National Science Museum’u da geçiyorsunuz. Bu yeraltı tünelleri Londra savaş yıllarında sığınak olarak da kullanıldığı için insan bu sonu görünmeyen tünelde yürürken kim bilir kimlerin yaşamının dönüm noktaları burada gerçekleşti diye düşünmeden edemiyor.
Londra’da neredeyse tüm toplu ulaşım TLF tarafından sağlandığı için aldığınız bilet ya da kartlar tüm araçlarda geçerli oluyor. Her metro istasyonunda bulunan makinelerden kart veya nakit ile ister kağıt bilet alabilir isterseniz Oyster Card satın alıp içine kredi yükleyebilirsiniz. Ülkeden ayrılırken verdiğiniz card parası dahil kalan kredilerinizi kolayca geri ödeme olarak alabildiğiniz için en pratik yöntemlerden biri. Diğer yandan oldukça ekonomik. Kağıt bilete göre yarı yarıya ekonomik denilebilir.
Piccadilly Line’dan sonra en çok işinize yarayacak olan Jubilee Line olsa gerek. Tek bir hat üzerinde Bond Street, Green Park, Westminister, Tate Müzesine ve Borough Markete ulaşabilirsiniz. Cenrtal Line ile yine geri kalan pek çok görülmesi gereken yere ulaşabilirsiniz.
Ama biraz şehri keşfedeyim derseniz Londra’nın ikonlarından olan kırmızı çift karlı otobüsleri tercih edin derim. İkinci kata çıkıp etrafı seyrederek istediğiniz yere yer üstünden de ulaşabilirsiniz. Benim favorim 9 ve 10 numaralar. 24 saat çalışan bu otobüsler Hyde Park, Oxford Street, Trafalgar Meydanı, Knightsbridge, Kensington ve eski şirketimin ofisinin bulunduğu Hammersmith’e kadar gidiyor. Yine Google Maps üzerinden gitmek istediğini yere sizi ulaştıracak otobüsü bulabilirsiniz.
Bir Yol Daha Var – Bisiklet
Amsterdam kadar olmasa da Londra da bisikletin yaygın olarak kullanıldığı şehirlerden. Şehrin her yerinde Santender Bisiklet kiralama noktalarından bisiklet kiralayıp gideceğiniz yere ulaştıktan sonra en yakın noktada bisikleti bırakabilirsiniz. Günlük kiralama bedeli 2 Pound. İlk yarım saat ücretsiz ama sonraki yarım saatlerde 2 pound kesmeye devam ediyor. Ama hemen üzülmeyin. Yarım saat bedavalar sınırsınız. Bir yere ulaştıktan sonra işinizi hallettiğinizde yine geri dönmek veya başka yere gitmek için ücretsiz alabiliyorsunuz. Yarım saatten sonrasının pahalı olmasının sebebi insanları bisikletle kısa sürede ulaşacakları yere gittikten sonra bırakmaya teşvik etmek. Zaten hemen her yere en fazla yarım saatte ulaşmış olacaksınız. Alıp bisikletle akşama kadar tur atayım derseniz uzun süreli bisiklet kiralama yerleri de var. Ben Londra’da hiç bisiklet kiralamadım. O yüzden sadece bilgi verebilirim.