Çarşamba, Nisan 16 2025

Kahvenin Avrupa’ya bu topraklardan yayılması ile ilgili daha önce yazmıştım. Oradan da Amerika kıtasına geçen kahve kültürü farklı bölgelerde farklı şekillerde içilmeye başlandı. Anadolu’da biz pişirerek içerken Fransızlar demleyerek içmeye başladı. Espresso İtalyan’ları ayakta tutarken o kadar lezzete dayanamayacak Amerikalılar su katarak içtiler Americano hayatımıza girdi. Yeri geldi buharda demlendi, yeri geldi konik kaplarda. Ama kahve her zaman keyif için, zihni dinçleştirmek için içildi. Muhabbet de yanında hediyesi olarak geldi.

Türkiye’de kahve kültürü tekrar kazanılmaya başlandı. (Burada kahvehane kültürü değil. O bambaşka ve bu toplumun büyük kesiminin en değerli sermayesi, zamanlarını, heba ettikleri mekanlar olarak kalmaya devam edecek.) Böyle dememin nedeni 1. Dünya savaşı zamanında ve öncesi, Osmanlı Devleti’nin dağılması sırasında kahvenin geldiği topraklar kaybedildi. Kahve kültürün bir parçası, sabahları içebilmek için öncesindeki öğünü beslenme alışkanlığımıza eklediğimiz içecek, ithal, pahalı ve az bulunan bir ürün oluverdi. Viyana Kuşatması dönüşünde bırakılan kahve çuvalları sembolik olarak kahveyi de yavaştan terk etmemize neden oldu da diyebiliriz. Neyse ki aynı dönemlerde Karadeniz’de yetişmeye ve yayılmaya başlanan Çay yetişti imdada. (Çay ile ilgili konuyu bir önceki yazımda anlatmıştım. ) Aradan uzun müddet geçti. Kahve içmek ecnebi özentisi olmak olarak kabul edildi toplumun her kesiminde. Kendini Avrupai hissedenler kahve haricinde içecek tanımazken diğer taraf da mesafeli durdu. Türk kahvesi bizimdi. Hem içilir, hem fala da bakılırdı ama o kahrolası Americano, Latte, Aeropress, Chemex yok mu işte o özenticilikti. Neyse ki bu düşünceler geride kaldı. Bu ülke bunu da atlattı.

Yabancı zincirler, yerli taklitler derken artık Anadolu’nun her köşesinde kahvenin her çeşidi içilmeye başlandı. İstanbul’da ise bu işin gurmelerine yönelik, gerçek, kahve keyfi sunan mekanlar bir bir açılmaya başladı. Bazıları sadece modaya uymak için, müsait mekanı kullanmak için açılmış olsa da yakında yok olacaklardır. Kalan sağlar bizimdir. Yakın dönemde denediğim ve keyif aldığım kahve ve mekanları paylaşacağım. Burada yer almayan mekanları da önerebilirseniz sevinirim.

Karabatak – Julius Meinl

Karaköy’de kimse yokken biz vardık dese hakkı vardır. Karaköy son yıllarda hızla çehresini değiştiriyor. Öyle ki neredeyse tüm gayrimenkuller el değiştirmiş. Bir tanıdığım satın almak için uzun süre bina aramış ama bulamamıştı. Her gün yeni bir mekan açılıyor. Komşuları da genelde uzun süredir orada olan bir zamanlar sadece ilgililerin gelip alışveriş yaptığı hırdavatçılar, elektrik malzemesi satan esnaf. Kim bilir belki de bu durum cezbediyordur Karaköy’ü. Karabatak ise tamamen kendine has bir yer. Hani yıllardır Paris’te, Barcelona’da, Stockholm’de görüp keşke İstanbul’da da olsa diyeceğiniz mekanlardan. Bulunduğu sokak yaz kış hareketli. İçeride oturmak isterseniz her köşe de farklı bir hikaye karşılıyor sizi. Anlatmak istediğim sadece mekan değil. Viyana’lı Julius Meinl kahve çekirdeklerini kullanan mekan size kahvenin her çeşidini sunuyor. Aroması zengin olan kahve, masanıza geldiği anda mükemmel br koku salıyor. Eğer siz de kahve konusunda biraz detaycıysanız burada bir Americano denemenizde fayda var. Aeropress’ten Chemex tarzı neredeyse her tercihe göre kahve hazırlanan mekanın Türk Kahvesi de tam notu hak ediyor.

 
1882 – Eataly

1882 Zorlu Center’da açılan Eataly’nin 2. katında bulunan mağaza içi bir cafe. Mağaza içi kafeler konusunda çok iyi tecrübelere sahip olmasam da yine benim gibi kaliteli lezzetlere meraklı adaşım ile İstanbul ziyareti sırasında denemeye karar verdik. Önce birer espresso ile gerçek kahve tadına baktığımızda zengin aroma beni Santa Margherita’da tren istasyonu yakınlarındaki küçük italyan cafesinde alığım lezzete götürdü beni. İlk kez alıp başımı gittiğim ülke olan İtalya’ya tekrar ziyaret etmiş kadar oldum diyebilirim. (Bu arada yolunuz Portofino’ya düşerse ve Cenova’dan trenle Santa Margherita’ya gidin. İndiğinizde orada küçük bakkal ve kafe işleten bir amca bulacaksınız. İşte orada da espresso’yu mutlaka deneyin.) Daha sonra Aeropress kahvemizi yudumluyoruz. Yöntemi hakkında daha detaylı yazmayı planlıyorum. 1888’de kahveleri ve yanında ev yapımı cookie’leri ile tam not almayı başarıyor.

Brew Coffeeworks – Hotel Legacy Ottoman

Eminönü bölgesi denilince akla ilk Kurukahveci Mehmet Efendi ve Mısır Çarşısı çıkış tarafından gelen taze çekilmiş Türk Kahvesi kokuları gelse de o bölgede oturup keyifli bir kahve içmek için mekanlar açılmaya başladı. Legacy Ottoman otelinin altında yer alan Brew Coffeeworks hem mekanın güzelliğini şık bir şekilde kullanmış hem de lezzetli kahveleri ile keyifli bir deneyim sunuyor. Kahvelerin aroması ve mekanın ambiyansı birlikte keyifli bir deneyim sunacak.

Sadece bu 3 mekan değil tabi. Yazacak bir kaç yer, gidilecek 5-6 yer daha var. Sırasıyla hepsini ziyaret edip deneyimlerimi yazacağım. Bir kaç kahveci var ki ilk gidişimde çok hoş deneyimler yaşamadım. Direkt kötü yorumda bulunmak yerine bir kez daha gidip deneyimlemek istiyorum. Eğer hala kötüyseler bu onların suçu ve herkesin bilmesi gerekiyor. Ben yazmasam bile yok olmaya mahkumlar.

Kamil Mehmet ÖZKAN

Previous

Muhabbet'in Demlendiği Çay Mekanları

Next

Önemli Olan Varılacak Nokta Değil, Yolculuğun Kendisi

About Author

Kamil Mehmet ÖZKAN

Digital Transformation Evangelist, New Media, Speaker, Blogger, Büyük Dönüşüm, Zubuf

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Check Also